26. Altın Koza Film Festivali nasıl geçti, neler izledim?

Her sene büyük bir merakla beklediğim şehrimin en keyifli aynı zamanda yoğun tempolu haftası geldi çattı. Artık alıştığımız teknik sorunlara hala bir çözüm bulunamamış olunsa da festivalin eski ismine kavuşmasının sevincini paylaştık  bu yıl. Perdede kıymetli filmlerle buluştuk, film ekibiyle güzel sohbetler gerçekleştirdik. Şimdi ben izlediğim eser miktarda filmden de bahsederek size bu haftanın gün gün özetini geçmeye geldim.






24 Eylül Salı:
Festivalin ilk gününü hem bazı özel sebeplerden hem de ilgimi çeken film olmamasından ötürü es geçtim ve onu 2. gününde yakalayabildim. Bugüne Cannes Film Festivali'nden büyük övgüler eşliğinde Altın Palmiye ile ayrılan "Parazit" filmiyle başladım. Ön sıralar dahi olsa bilet bulabilmiş olmama şükrettim zira önümüzdeki günlerde bu kadar şanslı olmayabilirdim. 
Güney Kore'de yaşayan iki farklı sınıf aileyi (ev sahibi ve evdeki hizmetliler) konu edinen film esprili bir dille başladı fakat zaman geçtikçe bu atmosferin yerini gerilim aldı. Bu seneki Altın Palmiye adaylarının hepsini izleme fırsatım olmadı ama en azından bu film için isabetli bir karar olduğunu söyleyebilirim çünkü Parazit sahip olduğu sağlam senaryosu ve sinematografisiyle takdire şayan bir film. Hem gişe izleyicisini hem de festival kitlesini memnun edebilecek bir dinamiği var. Aynı zamanda benim de Güney Kore sinemasına attığım ilk adımdı, ki sağlam bir adımdı. 
Evet böylece başladığım filmle güne noktayı da koydum.




25 Eylül Çarşamba:
Bugüne dair planım "Aidiyet" ardından da "Kovan" filmlerinden oluşuyordu fakat bir aksilik sonucu günü yalnızca Kovan izleyerek kapattım. Sonrasında Aidiyet hakkında duyduğum yorumlar izlemediğim için pişman olmamam yönünde olsa da ben genç yönetmen Burak Çevik'in 2. uzun metrajını görmek isterdim şahsen. 
Kovan  annesinin hastalığı ve hemen ardından ölümü üzerine yıllar sonra tekrardan, yaşadığı Karadeniz köyüne dönen Ayşe'nin anne mesleği arıcılığı devam ettirmesini anlatıyor. Ben, kötü değil ama iyi de diyemiyorum bu filme. Çünkü tam anlamıyla ne filmi olacağına karar verememiş bir anlatım tarzı var. Bu yönüyle de hitap ettiği seyirci kitlesinin kim olduğu sorunu ortaya çıkıyor. Fakat yönetmeni Eylem Kaftan'ın ilk filmi olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek pek tabii. Ben yine de filmi izledikten sonra bize sunduğu manzaraları da hesaba katarak salondan memnun ayrıldım diyebilirim. 



26 Eylül Perşembe:
Bugün ülkenin en tartışmalı isimlerinden birinin Semih Kaplanoğlu'nun "Bağlılık Aslı"nı izledik. Filme giriş esnasında birtakım sorunlarla karşılaşsak da salonda bir adet bebekle de beraber filmi seyrettik. 
Film isminin duyurulmasından itibaren izleyen-izlemeyen o kadar çok kötü eleştiriye maruz kaldı ki ben de bunun farkında olarak beklentimi düşük tuttum. Ve film bitince anladım ki kötü eleştiriler film değil ideoloji kaynaklıymış aslında. Kaplanoğlu'nun diğer filmlerini de bir kenara bırakarak bu filmin kötü olduğunu düşünmüyorum. Belki biraz taraflı da olsa günümüz kadın, kariyer, çocuk üçlemesine bir bakış açısı sunuyor. Bunu iyi oynamış kadın oyuncularla da bir adım ileri taşıyor. Fakat yine de Oscar aday adaylığı için iyi bir seçim olduğunu düşünmüyorum. 




27 Eylül Cuma:
Bugün de Tribeca ve diğer birçok festivalden adını sık duyduğumuz "Nuh Tepesi"ni seyrettim. Ölünce kasabalının kutsal saydığı Nuh Ağacı'nın dibine gömülmek isteyen İbrahim'i başrol alan film dile getirilemeyen birçok soruna da güzel bir dille yaklaşmış. Yönetmen Cenk Ertürk karakterleri çok sağlam yazmış, Haluk Bilginer ve Ali Atay da bunu çok iyi taşımış, filmi adeta başka bir boyuta taşımışlar. Yani bir ilk filme göre gayet başarılıydı Nuh Tepesi. Altın Koza'dan bol ödülle ayrılacağı kesin. Benim için pürüz sayılabilecek tek bir şey vardı ki o da filmde gereğinden fazla argo kullanılıyor olmasıydı. Zaten bu söyleşide üzerine konuşulan bir konu oldu fakat ben yine de günlük hayatta sık küfredilmesini bu filmde de çok kullanılmasına gerekçe olarak görmüyorum bunu da belirteyim. (Benim fikrimin ne önemi varsa djhjf)




28 Eylül Cumartesi:
Artık galaların bittiği gündeyiz. Ben ulusal yarışmadaki filmlerin hepsimi izlememiş olsam da kafamda artık çoğu şey şekillendi sayılır. Bu akşamki ödül töreninde izleyip göreceğiz. 
Bugüne 2 adet belgesel sığdırdım. İlki "Kadın Olmanın Günahı"ydı. Osmanlı'dan bu yana ülkemizde gerçekleşen kadın hareketini, Nezihe Muhiddin kilit taşı alınarak anlatılan belgeseli genel anlamda beğendim ve çok bilgilendirici buldum. Günün kalanını da ulusal film yarışmasına neden alındığını anlayamadığım "Kraliçe Lear" belgeselini izleyerek değerlendirdim. Bunun sebebi film ve belgesellerin çok farklı kategoriler olduğunu düşünüyorum ve ben aralarında kıyaslama yapamıyorum. 
Mersin'in Arslanköy'ünde yaşayan bir grup tiyatrocu köylü kadının "Kral Lear" oyunu için çıktıkları turnesini izlediğimiz belgeseli Pelin Esmer yönetmiş. Eğer ana yarışmada olmasaydı tercih edeceğim bir film olmazdı fakat yine de filmi, salon olarak keyifle izlediğimizi de belirtmek istiyorum.




29 Eylül Pazar:
Festivalin son gününü son seansta bir dünya sineması seyrederek noktaladım. Bu hafta boyunca salona son dakika zoraki girişlerimin aksine bugün tüm salonun boş oluşu ve kapıda bilet bile sorulmaması zaten festival havasının bittiğinin açık bir göstergesiydi.
Yönetmen Takashii Mike'ın son filmi "İlk Aşk" (Hatsukoi) izlediğim ilk Japon yapımı film oldu. Bu yüzden o dünyaya ve dile alışmam oldukça zordu. Filmin içine giremedim sonucunda da pek beğenmedim. Aslında aksiyon sevdiğim bir tür olmasına rağmen film tarz olarak pek bana hitap etmedi. İlk Aşk, boksör bir gencin, karşısına çıkan bir kızla beraber girdikleri aksiyonlu olaylar silsilesinden oluşuyor.



Benim Altın Koza'da izlediğim filmler ve yaşadıklarım genel hatlarıyla böyleydi. Bu sene diğerlerinden çok daha aktif katılımcı oldum, çok da keyif aldım. Bakalım gelecek günler önüme hangi filmleri sunacak :)

Yorumlar

Popüler Yayınlar