40. Uluslararası İstanbul Film Festivali Mayıs Seçkisi

Pandemiyle birlikte tüm alışkanlıklarımız değişip hayatlarımız olumsuz etkilense de bu düzenin uzaktan yapılan etkinlikler gibi avantajları da yok değil. Elbette canlı katılımın yerini tutmuyor ama başka şehirde yaşayanlar için de büyük bir fırsat bence.


1982'den bu yana birbirinden değerli filmleri izleyiciyle buluşturan İstanbul Kültür Sanat Vakfı organı Uluslararası İstanbul Film Festivali, 2 dönemdir de çevrim içi olarak devam ediyor. Mayısın son haftasına girmişken ben de Mayıs seçkisinden izlediğim beş filmi paylaşmak istedim. Festival, Haziran sonuna kadar sürerken siz de dahil olmayı unutmayın. 


1- The Human Voice


30 dakikalık Pedro Almodovar görsel şöleni sunan film, ilk gösterimini Venedik'te yapmıştı. Delirmenin eşiğindeki Tilda Swinton karakteri, eski sevgilisiyle dakikalarca telefonda konuşuyor fakat karşılıklı diyalogda yalnızca bir tarafı dinlemek seyirciye monolog izlenimi veriyor. 
İyi yazılmış sürükleyici cümleler ile yüksek tempo yakalanmış. Sanat tasarımı, incelikle işlenmiş her detayı ile yönetmenin imzası adeta. 
İzlemekten keyif almamın yanı sıra sinema adına da oldukça eğitici bir deneyimdi. 


2- Night of the Kings 


Fildişi Sahilleri'in Oscar aday adayı olan bu film hapishane öyküsü ile başlayıp tek mekan izlenimi verse de devamında kurduğu bağlayıcılarla birçok farklı zaman ve mekanı içinde barındırıyor.

Dünya'da yönetimin tutuklularda olduğu tek hapishane Maca'ya düşen baş karakter, girdiği anda gelenekselleşmiş Roman Gecesinin anlatıcısı seçilir. Hikayesi bittiği an öleceğini öğrenmesiyle birlikte mücadelesi de başlar. 

Düz bir olayın gecenin ilerleyen saatleriyle fantastik bir hal alışı, anlatının karakterlerle tiyatral biçimde canlandırılması ve ek olarak arka planda yaşanan iktidar kavgası senaryoya zenginlik katan ögelerdendi.

Night of the King'i genel anlamda başarılı bulsam da tarzının bana hitap etmediğini ve belki de başka bir yönetmenin elinden çıksa daha çok seveceğimi eklemeden geçmeyeyim.


3- El Planeta 


Amalia Ulman; yazmış, yönetmiş ayrıca annesiyle birlikte baş rolü de üstlenmiş. 
Fransız yeni dalgasından büyük izler taşıyan film 21. yüzyıl günümüz karakterlerinin, geçim sıkıntısı eşliğinde belirli bir olay örgüsü olmayan basit yaşam kesitlerini hafif esprili bir dille sunmuş. Bir şeyler anlatmak için çabalamasa da seyirci rahatlıkla kendinden birer parça bulabilir. Bana bu haliyle Jim Jarmusch sinemasını da anımsattı açıkçası. 
Baş karakterin moda tasarımcı kişiliğiyle bütünleşen kostümler ve siyah beyaz anlatı filmin sinematografisine büyük katkı sağlamış. Tabii bunda gerçek hayatta da farklı sanat dallarında faaliyet gösteren Amalia Ulman'ın payı büyük. 


4- Writing with Fire 


IFF seçkisinde dünyanın farklı kültürlerini yansıtan birçok belgesel yer alıyor. Ben bu kapsamda Writing with Fire'ı izledim. 
Ekibi yalnızca kadınlardan oluşan ilk ve tek gazete ünvanı Khabar Lahariya'ya ait. Gazete 2002 yılında kurulsa da belgesel, dijitalleşmenin kaçınılmaz olduğu yakın döneme ışık tutuyor. Khabar Lahariya çalışanları, çağın gerektirdiklerine hızla uyum sağlayıp daha da gelişiyor ve etki alanlarını genişletiyorlar. 
Filmde, anlatılan başarı hikayesinin yanı sıra Hindistan'ın politik, dini ve toplumsal yapısına da değinilmiş.
Ayrımcılığın fazlasıyla hissedildiği renkli bir coğrafyada kadınların bu mücadelesi ilham vericiydi,

5- Suzanna Andler


Film; eşiyle evliliğinden beklentisi kalmamış, genç sevgilisiyle daha çok vakit geçirmek için ev tutma girişiminde olan orta yaşlarındaki kadının bir gününe odaklanıyor. İlişki çıkmazında kalmış Suzanna; sevgilisi, arkadaşı ve eşiyle tamamen ilişkiler üzerinden giden sohbetler ediyor. 
Başladığı andan itibaren tiyatro havası almıştım sonradan öğrendim ki film gerçekten de oyun uyarlamasıymış. Neden bir film versiyonuna ihtiyaç duyulmuş pek anlamadım. Film sırtını sadece sağlam diyaloglara yasladığı için başka bir numarası ve eklediği yeni bir şey yok. Karakterlerle empati yapamadım haliyle filme pek giremedim. Tek mekan ağırlıklı olsa da sinemaya uyarlanmış bir filmde Fransa'ya dair daha fazla şey görmek isterdim. Bu gibi birçok farklı nedenden dolayı Suzanna Andler bu seçkide en az beğendiğim film oldu. 

Filmler hakkında yazarken beşinin de başka coğrafyanın eseri olduğunu fark ettim. Değişik kültürleri, dertleri, bakışları görmek, haklarında uzun düşüncelere dalmak, bu düşünceleri yazıya döküp burada paylaşmak... Hepsi çok güzel duygular. Jacques Tati sinemada aslolanın film bittikten sonra başladığını söyler. Ben de buna tamamıyla katılıp sizlere iyi pazarlar diliyorum.


Yorumlar

  1. Açık ve akıcı yazınızı keyifle okudum sayenizde filmleri seçmeye karar vermem zor olmadı. Listeme yeni filmler de eklemiş oldum. Yazmayı bırakmayın, takipteyim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginiz ve nezaketiniz için teşekkür ederim :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar